Bu Blogda Ara

21 Haziran 2016 Salı

BU ARA NELER OLUYOR?



Uzun zaman sonra yeniden bir şeyler yazma ihtiyacı duydum bugün. Aslında kafamda onca şey var ki yazmak istediğim... Hayat telaşesinden sıyrılıp oturamadım bir türlü bilgisayar başına. Sağ olsunlar, blogumu düzenli takip eden ve beni okuyan hatrı büyük kişiler var çevremde. Tanıdığım ve tanımadığım kişilerden de "ee hani blog ne oldu?" sorusunu duyunca utandım biraz. İlk zamanlar ne büyük heveslerle açtığım blogumu (kızımı) ihmal ettiğimi fark ettim. Öyle hikaye falan yazasım yok, duygusal mesajda verecek havada değilim. Bugün durum özetlemesi yapmaya karar verdim o yüzden.. Son zamanlarda kafamı kurcalayan ne varsa yazayım da kurtulayım hepsinden istedim.

**HOŞGELDİN YA ŞEHR-İ RAMAZAN**

Ramazan ayı geldiğinden beridir başıma gelmeyen olay kalmadı aa dostlar.. Maddi ve manevi büyük çöküşlerin içine girip çıktım resmen. Kendimle alakalı problemler bir yana dursun yakın çevremin ve sevdiklerimin sorunları ile de uğraşmak durumunda kaldım hep. Herkeste bir kaos - bir kavga havası var.  Kimi duysam boşanıyor, kimi görsem kavga ediyor. İnsanların arasında gidip gelmekten, milleti sakinleştirmekten pestilim çıktı artık. "Allah'ımmm" dedim.. "Sen beni sınıyorsun, biliyorum ama ben yinede bırakmayacağım orucumu."  Yani öyle çok din bilgisi olan bir insan değilimdir ama babam hacı olduğundan onun kontenjanından kulak dolgunluğu bir şeylerde biliyorum hani. Karşındaki kişinin huzurunu bozuyorsan, kalbini kırıyorsan, akşama kadar uyuyarak orucunu geçiriyorsan, fitne - fesat yapıyorsan ne bileyim kalbini kötü tutuyorsan zaten oruç tutmanın bir anlamı yok. Bedeni ve zihni temizlemek değil mi sonuçta oruç dediğimiz şey? Sen çevrende zor durumda olan, akşam oldu mu bir tabak yemeği zor bulan kişileri umursamayıp akşama yiyeceğin on tabak yemeğin derdine düşersen, kavga - kıyamet insanların huzurunu bozarsan, yırtık dondan çıkar gibi her halta maydanoz olmaya kalkarsan hiç tutma o orucu. En azından gerçekten ibadet edenleri zor ve müşkül durumda bırakma...!! Hee.. Bir de unutmadan söyleyeyim. Sosyal medyada orucum vs. diye zaman geçsin diye yazdığım iki cümleye takılanlar olmuş. Oruç dediğin gizli tutulurmuş, kul ile Allah arasındaymış.Blaa blaa blaaa.. Ulan, tut da benim kadar tut! Ayrıca ramazan ayı orucu farz orucudur. Hani diyelim Allah için kendi içinden geldi normal zamanda bir oruç tuttun ya da ne bileyim kandilde falan oruç tuttun. Evet, işte o gizli olması gereken bir oruç. Çünkü onu göstermelik değil, Allah rızası için yapıyorsun. Ama farz orucunun bununla hiç bir alakası yok. Uyandırayım istedim.. :)  Rabbim hepimize hayırlı ramazanlar geçirmeyi nasip eylesin inşallah. Son olarak; HERKESİN ORUCUNA KİMSE KARIŞAMAZ!

 

** SWARM'IN MI VAR DERDİN VAR!! **

Önceden foursquare vardı. Swarm falan sonradan peydah oldu hep. O zamanlar ne güzeldi. Bir yere gidince check-in yapardık ve oranın ne bileyim en meşhur yemeği, içeceği falan hep çıkardı. İşletme bilgilerini falan görürdük.  Kaça kadar açık, mayoru kim, resimleri, yorumları falan olurdu hep. Sonradan Swarm'a dönüştürdüler uygulamayı. Ne olduysa da ondan sonra oldu zaten. Birden tinder'e çevirdiler cağğnım uygulamayı. Arkadaşlık sitesi haline dönüşmeye başladı. Nerede bir yer bildirimi yapıyorsun, hooooppp beş dakika sonra 30 yeni arkadaşlık isteği! ( Yeni nesil İstanbul.net! )  Ve bu gelen arkadaşlık isteklerinin hepsi erkek, hepsi evli erkek(!) ve hepsi evli olduğunu GİZLEYEN erkek! Tabii ki adam gibi kullanan insanlarda var uygulamayı. Ama çoğunluk karısından kızından gizli saklı cafede, avm.de kız tavlama peşinde. Buna birebir şahit olduğum ve çevremde gözlenmediğim için çok net bir şekilde söyleyebiliyorum.. Adama soruyorsun, "ee oğlum karın görse başkaları ile konuştuğunu ne olacak?" diye.. Adam gayet rahat bir şekilde "swarmda olan swarmda kalır, nereden görecek ya" kafasında. Ne kadar rahat bu insanlar, anlayamıyorum hiç. Şahsen ben kafaya koydum, bir gün evlenecek olursam eğer mutlaka evlilik sözleşmemde şu madde bulunacak; - Tarafların swarm kullanması kati surette yasaktır!!!

Birde bunlar yetmiyormuş gibi yakın akrabanın swarmda arkadaşlık istekleri var. İsteği kabul etsen iki gün sonra başlayacak "bu kız çok geziyor" demeye. Kabul etmesen bu seferde "kesin bu kız gizli saklı işler çeviriyor" olacak ve küsecek. Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık anlayacağınız... O yüzden acımadım, yıllardır kullandığım hesabı tek seferde tamamen sildim. Nasıl bir rahatlıkmış yahu bu! Neden daha önce silmedim ki diye kendime çok kızıyorum iki gündür. Ayrıca kime ne benim ne zaman nerede olduğumdan!!!??? Yine de uygulamayı kullanmaya devam eden kız arkadaşlarım için bir gün mutlaka madde madde swarm kullanma kurallarını yazacağım.. Söz veriyorum.

** RÜYALARDA BULUŞALIM **

Tam uykularım düzene girdi, artık abuk sabuk rüyalar görmüyorum demeye başlamışken yine saçma sapan kabuslar görmeye başladım. Normal zamanlarımda da yaşadığım ve okuduğum her şeyden çok fazla etkilenen bir insanımdır zaten. Ama bu ara durum iyice sapıtmışlık durumunda. Rüyamda sürekli Atalay Filiz'i görüp duruyorum. Karanlık, ucu bucağı belli olmayan, eskimiş asfalt bir yol üzerinde yürüyorum. Birden karşıma Atalay Filiz çıkıyor. Tam bıçakla üzerime saldırıp kafamı kesecek oluyor ki arkadan Çilem Doğan geliyor ve beni kurtarıyor. İzlediğim haberlerin nasıl etkisinde kalıyorsam artık, sürekli bu kabusları tekrarlayıp duruyorum uykularımda. Bu arada o manyak adamın yakalanıp hapse tıkıldığına ne kadar çok sevindiysem Çilem Doğan'ında özgürlüğüne kavuşmasına o kadar çok mutlu oldum. Bu ülkede bazen de olsa adaletli şeyler oluyor olması bir avuç umut oluyor insana..

** GELME 27 HAZİRAN, GELME **

Tanıştırayım, 27 Haziran. Doğum günüm olur kendisi... On sekiz yaşımdan sonra her sene başıma bela aldığım, normalde ne kadar neşeli olursam olayım o anlamlı günde mutlaka aksilikler denizine atıldığım, en çok ağladığım, en zorlu günüm... Küçükken böyle değildi. Daha yıl başından başlardım doğum günümün hayalini kurmaya ve hayal gibi de geçerdi gerçekten. Her istediğimin yapıldığı kendimi pamuk prenses gibi hissettiğim doğum günlerim var çocukluğumda. Gelin görün ki büyümeye başladıkça değişti işler. Başta beklentilerim olduğundan üzüldüğümü anladım doğum günlerimde. Sonra kimseden hiçbir şey beklememeye söz verdim kendi kendime. Bu seferde olmadık şeyler geldi başıma hep. Ya bir ölüm haberi aldım, ya ayrılık acısı çektim ya da oluru olmayan bir şey oldu, geldi o da beni buldu!

Birde facebook geldi mertlik bozuldu. Doğum günümde bir bakıyorum duvarıma, üç yüz tane doğum günü mesajı var. Hani doğum günümü bilip gerçekten kutlamak için kutlasalar gam yemeyeceğim. Facebook zorla dürtüyor, mesaj gönderiyor - bak bugün şunun doğum günü bir kutla da sevinsin gariban -  diye... İnsan çelişkiye düşüyor bu sefer. Acaba gerçekten hatırladı mı sorgusuna düşüyorsun. Yakın çevrem ve ailem dışında öyle pek kişi bilmez ve kutlamaz gerçek anlamda doğum günümü. Heeee.. Bak şimdi hakkını yiyemeyeceğim. Babamın tatlı mı tatlı, tonton mu tonton bir yengesi var. Kadın maşallah, takvim gibi kadın. Her sene arar, kutlar. Unutmaz asla. Tüm sülalenin doğum günlerini ezbere bilir. Birde yetmezmiş gibi ünlülerin doğum günlerini ezberler. Hiç unutmuyorum bir gün oturuyoruz, birden "Aaaaaaa" dedi.. "Bugün Engincan'ın doğum günü." " Engincan kim yenge, bizim ailede öyle biri yok ki?" dedim. Meğer Sibel Can'ın oğlundan bahsediyormuş... O yüzden gerçekten doğum günümü kutlayanlar arasında saymadan edemeyeceğim tonton yengeyi.

İşin özü korkuyorum doğum günlerinden. Sanki başıma bir iş gelecek, üzüleceğim, canımı sıkacaklarmış gibi hissediyorum sürekli. 26 Hazirandan sonra direk 28 Hazirana devam etsek ne olur ki sanki... İstemiyorum hiç o günün gelmesini. Hem insan bir yaş daha yaşlanmanın neyini kutlar ki canım? Tamamen saçmalık...

Elimde olsa çocukluğuma dönmek isterdim şimdi. Annemin cam sürahilerde portakallı, vişneli Tang yaptığı, pastamı babamın kucağında kestiğim, tek derdimin Barbie bebeklerim olduğu o güzel günlere dönmeyi çok isterdim...


17 Haziran 2016 Cuma

AŞK MÜMKÜN MÜDÜR HALA?

Bu sabah gazetelerin üçüncü sayfasına haber olmuşçasına gibi bir ruh hali içinde başladım güne. Üzerimde kocaman bir bilinmezlik ve taşınmaz bir ağırlık var. Canım nasıl yanıyor bir bilseniz. Sevgim nasıl bir yük yaratıyor omuzlarıma.Ne yapacağımı nasıl davranacağımı bilemez bir haldeyim.

Sevdiğim adamın sesi kulağımdaydı tüm gece. "Sevdiğim kadın" dedi durdu sabaha kadar. Benden bahsetti. Oturduk ağladık, kavga ettik, öfkelendik, duygulandık, hırslandık... Sonunda yine kendimize zarar verdik.

Her ne kadar artık cesaretim kalmamış  olsa da bazı şeyleri toparlamaya, onsuzda olamayacağımı adım gibi biliyorum. Madem onsuz olmuyor o zaman bir olurunu bulayım diyorum. Yok, o da olmuyor. Ne böyle senle ne de sensiz.. diyordu bir şarkıda. Ne onunla bir bütüne yarım olabiliyoruz ne de ayrıyken yarım kalmışlık duygumuzu bastırabiliyoruz içimizde. Bizimki de o misal...

Bazen kendi ellerimle gömesim geliyor onu kalbimin en derinlerine. Olmazlarımızı örterim, hataları atarım toprak niyetine diyorum üzerine. Sonra kıyamıyorum. Alıyorum başını göğsüme yaslıyorum hayalimde. İnsan nasıl kıyar ki sevdiğini yaşarken öldürmeye? Yapamıyorum. Ne yokluğuna dayanabiliyorum ne de varlığına katlanabiliyorum. Ben her gün biraz daha eriyorum sevgimle beraber kendi içimde.

Hayallerim, sevgim, canımın sızısı, eksikliğim.. Yine kocaman bir acı çemberi sardılar etrafıma. Kime, neye inanacağımı bilemez bir haldeyim. Güvenim kırık, içim buruk, canım çok yanıyor. Annemin kollarına ihtiyacım var gözyaşlarımı silmem için. Ve beni sımsıkı tutup kaldıracak sağlam bir çift ele. Sevdiğim adamın ellerini yeniden güvenle tutmak, avuçlarında kaybolmak istiyorum yeniden.

Sahi, aşk mümkün müdür hala?

 


2 Haziran 2016 Perşembe

ÇENEM KOPSUN EMİ!

Çenesini tutmayı beceren, özel hayat kavramını yerini oturtmuş olan, her türlü haltı yediği halde herkesin gözünde prenses ve prens olan insanlara oldum olası imrenmişimdir. İmrenmekle kalmayıp fazladan birde kıskanmış ve nefret etmişimdir. En basitini örnek vereyim bak. Kızın biri gidiyor el - ayak parmaklarının toplamı kadar erkekle birlikte oluyor. Yiyor, içiyor, geziyor. Fazladan birde fiti fiti olaylarına giriyor. Gününü gün ediyor anlayacağınız. Ama bir bak kızın facebook sayfasına, bir tane resim - yazı bir şey yok. Anca akraba düğünlerinde çekildiği pozlar, annesinin altın günü arkadaşlarıyla yorumlaşmaları vs. Kız geçen hafta hangi evde uyandığını dahi hatırlamıyor ama bunu bir Allah'ın kuluna da (yakın arkadaşları dahil) belli etmiyor. Dönüp birde kendime bakıyorum. Ulan! Topu topu bir kişi girmiş hayatıma doğru düzgün. Ama bir salak benim ya hani. Her yerde resimlerimiz, yazılarımız, yorumlarımız. Gittiğim her ortamda onu anlatmalar vs. Birde yetmiyormuş gibi herkesle dertleşmeler, güvenmeler sırrını paylaşmalar.  Eeee ne oldu sonuç olarak? Şimdi o kız namus bekçisi de ben yollu mu oldum? YOLARIM O KIZI, GÖSTERİRİM KİMİN YOLLU OLDUĞUNU! Sevmişim, aşık olmuşum bir kerecik ne var bunda? Ama işte böyle olmuyormuş bu işler. Çeyrek asır geçti gitti hayatımdan, daha yeni yeni dank etmeye başladı bir şeyler kafaya.

Oldum olası çenesini tutmayı becerebilen ve nerede ne konuşmasını gerektiğini idrak edebilen biri olamadım zaten. Daha küçüğüm, yedi yaşlarında falan... Annem eş - dost kim varsa çağırmış 5 çayına. "Kızım babaanneni sen ara seni kırmaz, söyle o da gelsin" dedi. Bende aradım tatlı tatlı çağırdım babaannemi. Oda yani istemem yan cebime hallerinde. "Yok" dedi "Gelmem ben". Telefonu karnıma yaslayıp anneme seslendim bende "Anneeee babaannem gelmem" diyor diye. Annemde "Aman ya gelmezse gelmesin, onunla mı uğraşayım yani" dedi. Peki ben ne yaptım dersiniz? Aldım telefonu kulağıma, "Babaanne annem gelmezse gelmesin, keyfi bilir diyor" dedim ve yüzüne kapadım kadının. Babaannem bir ay trip ve extra kaynanalık yapmıştı anneme de bende bir dünya terlik yemiştim her haltı yumurtluyorum diye.

Bir keresinde de yine küçüğüm. Sabah bir uyandık, babam telaşla aranıp duruyor evin içinde. Adamın ne cüzdanı duruyor yerinde ne arabanın anahtarları ne de cep telefonu. Annemle tüm evi aradılar, taradılar bulamadılar. Eyvahhh!! dedik eve hırsız mı girdi yoksa. Babam delirmek üzere. "Ya hırsız bir tek beni mi gördü koskoca evde" diye delleniyor adamcağız. Ben - eve hırsız mı girdi acaba- lafını duydum ya, tutabilirler mi daha beni yerimde...Hemen koştum sokağa. Ne kadar konu- komşu, bakkal, manav çevrede kim varsa yetiştirdim hemen. "Biliyor musunuz bizim eve hırsız girdi, sizlerde dikkatli olun bence" diye. Yarım saat sonra herkes kapıya dayandı annemlere "geçmiş olsun, nasıl oldu" demek için. Meğer annem gece uyku sersemi babamın pantolonun ceplerini boşaltmadan atmış makineye. Annem kaç kişiye laf anlatmak zorunda kaldı benim yüzümden, bir bilseniz. Ve tabii kaçınılmaz son havada uçuştu yine terlikler çenemi tutamadığım için.

Daha bunlar gibi nicesini sayabilirim. İşte böyleyim ben. Herkes her şeyi bilmeli gibi hissediyorum nedense. En ufak bir olay olsun hemen anlatmalıymışım gibi... Küçükken de böyleydim, büyüdüm hala aynıyım. Bir şey olur olmaz yetiştirmeliyim herkese. Kimseden gizlenmemeli hiçbir şey. Ya hu, bir dur bir bekle. En azından belirli bir noktaya gelsin konular, değil mi ama. Yok, olmaz! O an herkes bilmeli, öğrenmeli.

Geçen gün bir kız arkadaşım evlendi. Kız bir tane dahi olsa resim atmadı internete, hayret ettim. Ben evlenecek olsam facebookta 8 albüm yapar, instagramda 500 tane resim paylaşır, telefonumun şarjı bitene kadar da snap çeker dururum şahsen. Bu nasıl bir cool olma çabasıdır. Bu nasıl bir iradedir insanlardaki anlayamıyorum ki. Her ne kadar bu tip insanlar bana samimiyetsiz geliyor olsa da en doğrusu bu aslında. Kime ne benim akşam yemeğinde ne yediğimden, gittiğim cafeden, sevgilimle sabahları uyandığımızda ki sersem hallerimizden, tatilde neler yaptığımdan, bugün hangi saati takıp ayakkabıyı giydiğimden... Kime ne?

Bunun birde - Erkek Milletine Her şey Anlatılmaz- kavramı var ki tabii ki ben bu noktada da sınıfta kalanlar arasındayım. Önüme her geleni yumurtladığım, tüm özelimi anlatıp kendime kişisel hiçbir şey bırakmadığım ve adamı ne hallere soktuğum durumlar var ki bunları anlatmaya kalksam apayrı bir blog konusu olur eminim. O yüzden bu konuya hiç girmeyip kendimi daha fazla utandırmak istemiyorum.

Kısacası şudur arkadaşlar; ahir ömrümün kısacık gününde bir kez daha öğrendim ki; insanın çenesini tutması gerekiyormuş. Nerede, ne konuşması gerektiğini bilmesi gerekiyormuş. Olup olmadık her yerde olur - olmaz her şeyi paylaşmamalı, dile düşürmemeliymiş.

Ben ettim siz etmeyin, dilinize hakim olun canlarım.

Not: Kimseye de güvenmeyin kendinizden başka!

 

Sevgi ile kalın...