Bu Blogda Ara

29 Ağustos 2016 Pazartesi

YAZLARI KURAK VE SENSİZ

Biz hiç yaz görmedik seninle.
Bir söğüdün dibinde oturup,
Güneşin yaktığı tenimizi dinlendiremedik beraber.
Akşam esen hafif bir rüzgara kapılıp
Sevdiğimizi söyleyemedik delicesine.

Biz hiç yaz görmedik seninle.
Kızgın kumlardan serin sulara atamadık kavgalarımızı,
Papatya fallarına bakamadık sıcak bir temmuz akşamında.
Birbirimize susasak bile sarılamadık sımsıkı,
Gurur durdu hep yanı başımızda.

Biz hiç yaz görmedik seninle..
Kışları hiç sevmesekte kışın sevdik birbirimizi.
Yaz oldu, kaçtık sevgimizden.
Bir hiç uğruna heba ettik kendimizi.

Biz hiç yaz görmedik seninle.
Yağmurdan kaçtık doluya yakalandık her seferinde.
Sevgililer sokaklardaydı tüm yaz boyu el ele
Biz seninle yine dolandık durduk olmazların peşinde.

Biz hiç yaz görmedik seninle.
Sanki güneşi sevmeyen bir çiçekti sevgimiz,
Biz değer verip sevemedik belkide.
Tüm ömür sevebilecekken seni,
Bir mevsime sığdıramadık sevmek kelimesini.


Şimdi önümüz sonbahar.
Sararıp dökülecek yapraklar sevgimiz gibi tek tek...
Sonrası hep acı, sonrası hep kış,
Buz tutacak her yer ama soğumayacak kalbim bir tek..
Seni kimler ısıtır bilinmez ama
Bana içimde sakladığım sıcacık sevgim yetecek.


22 Ağustos 2016 Pazartesi

HER NASİHAT BİR HATA SONUCUDUR

Bu yazıya başlarken saat tam olarak 02:10.Ne yazacağım konusunda da pek bir fikrim yok açıkçası. Yorgunumda aslında. Tüm akşam deniz havası almış olmanın verdiği bir ağırlık var göz kapaklarımda. Yalnız uzun zamandır yazı yazmadığımı fark ettim. Çantasında not kağıtları ile dolaşan, bulduğu her fırsatta bir şeyler yazıp-karalayan, yazdığı şeyleri birileri ile paylaşmaktan mutluluk duyan o kızdan eser yok son zamanlarda. 
Beynim o kadar yorucu dönemlerden geçip sıyrıldı  ki  son iki aydır, o yüzden şuan hangisini yazayım, nereden başlayayım, konunun neresinden tutayım pek bir kararsızım. Dönüp bir kaç eski yazımı okuyayım istedim ilk olarak. Günlüklerime göz gezdirdim. En son duygularımı yazıp sayfalarını gözyaşlarım ile ıslattığım bahtsız günlüğüm... Hani dedim bir fikir oluşur belki de ne yazacağıma karar veririm diye. Son tarih 28.06.2016'yı gösteriyor. Ah benim zavallı günlüğüm, vah benim bahtı kara defterim. Öncelikle senden özür diliyorum bu kadar içini kararttığım ve yok yere dert edindiğim onca şeyle sayfalarını şişirdiğim için. Ne çok hataya sürüklemişim kendimi meğer ben. Akraba diye güvenip sırtımı yasladığım kaç duvar yıkılmış, dost bilip sarıldığım kaç kişiden kırılmışım, yar diye uyuduğum rüya meğer bir kabusmuş. Şimdi dönüp okudukça yaşadıklarımı eski ben olarak gördüğüm şimdiki halim ile alakası olmayan zat-ı muhteremi karşıma alıp ona nasihat vermek sonrada ona kocaman bir sarılıp "Merak etme, hepsi geçti gitti. Artık yeni birisin sen. Daha akıllısın ve daha güçlüsün" demek istiyorum. 
Peki nedir bu nasihatler şöyle bir sıralayalım bakalım bir kaç başlığı;
AKRABA;
Nedir bu akraba denilen şey? Türk dil kurumuna bakacak olursak eğer aynen şöyle izahat ediliyor; Soyca ya da evlilik sonucu birbirine bağlı olan kimseler. Oldukça kısa ve net! Bana soracak olursanız eğer de sayfalarca yazabilirim akrabalık kavramını. Öncelikle direk kötü olmanızı istemesede içten içe kendi ile sizi kıyasa soktuğu için en küçük hatanızda sizi kötüye düşüren ama enteresan bir şekilde kötü gününüzde de yanınızda olandır akraba. Başarılarınıza ve mutluluğunuza en az kendisininki gibi sevinip sonrada egolarını hırsa dönüştüren ve üstünüzden tankla geçmişçesine sizi ezmek isteyendir akraba. Güvenip verdiğiniz bir sırrı yarın onun güvendiği başka birisinden olayları ikiye katlanmış halde duyduğunuz karmaşadır akrabalık denilen kavram. O halde nasıl bir yol izlenmeli diye soracak olursanız eğer bunun en başında az konuşmak, deyimi yerinde ise (az da olsa) çeneyi kapatmak geliyor. Ne diyordu türk dil kurumu; "bağlı olan kimseler"....! Bu yüzden uzak durun, görüşmeyin, etrafınızdan yok edin, yok efendim öyle kişileri görmemezlikten gelin diyemeyeceğim sizlere. Çünkü biz Türk toplumu olarak birbirine -bağlı- bireyleriz. Ama bu demek değil ki özel hayatımızı, başarılarımızı, hatalarımızı, başımızdan geçenleri gidip bülbül gibi bir başkasına şakıyacağız. Asla! Mesafeyi doğru koruyup, herkese haddi kadar güvenip, saygıyı bir an olsun esirgemediğimiz sürece  akraba bağlılığının getirdiği maneviyat kadar da güzel bir hissiyat yoktur hiç bir evde. Bayram sabahlarının, düğünlerin, yeni yıl sofralarının, cenazelerin kolon taşlarıdır akraba bağlılığı. Yeter ki biz saygıda kusur etmeyip kafi miktarda güven arz edelim bağlı olduğumuz kişilere. 
ARKADAŞ-DOST;
Klişeleri pek sevmesem de hayat klişelerden ibaret ne yazık ki. Bunlardan birisi de şudur ki; herkesle arkadaş olunur ama herkesle dost olunmaz. Ben bu hataya çok düştüm. Karşımdaki kişilere her zaman sonsuz değer verdiğim için dostumla arkadaşım arasında hiç bir çizgi olmadı benim. İki gün önce tanıdığım kişiyede çok fazla güvendim, çocukluğumda yediğim içtiğim ayrı gitmeyen en yakınım dediğim kişiyede aynı derecede güven duydum. Bu durum çoğu zaman başımı sert kayalara çarpmama ve ağır darbeler almama neden oldu benim. O yüzden siz siz olun dostunuz dediğiniz kişinin yerini ayrı tutun hayatınızda ve arkadaş olanlarla uçurumların kenarlarında fazla dolanmayın. Dolanmayın ki uçurumdan düşerken "ah-vah" etmeyin benim gibi.
Ayrıca insan ailesini, evladını ve bazı yakın akrabalarını seçemez evet ama arkadaşım dediği kişiyi seçebilir. Arkadaş dediğin adamı vezirde eder, rezil de. ( Bu da başka bir klişe! ) Bizi doğruya da yönlendirir,kötüye de sürüklendirir. O yüzden biri ile arkadaş olup samimiyeti ilerletmeden önce biraz ölçüp tartmalı, hayatında vereceği yeri önemseyip ona göre değerlendirmeli insan.
SEVGİLİ;
Geldik benim en beceriksiz olduğum konuya. Bu konuda ne nasihat verilir pek bir tecrübesiz sayılırım. Kelin merhemi olsa önce kendi başına sürermiş. Gerçi bu aralar benim saçlar biraz gürleşti ne yalan söyleyeyim. Düşe kalka öğrendim sanırım artık koşmayı. Günlüğüme bakacak olursam eğer hangi dalı tutsam kökünü kurutmuşum, hangi gönül "yar olsun" desem yara etmişim kendime. Hep kendimden vermişim, ezilmişim, hor görülmüşüm. Çok sevmişim ama hiç gösterememişim. Azıcık bir sevgimi göstermeye kalksam bu seferde sevilmemişim. Her sayfanın sonunda da yine bir tek ben üzülmüşüm. Ben hep aşka düşmüşüm, aşkın gözünde ise küçük düşmüşüm.
Ama şimdilerde anlıyorum ki aşk diye bir şey yokmuş meğer. Önemli olan sevmekmiş. Asıl değerli olan saygı duymakmış gönülden bağlı olduğun kişiye. Bir başkasının yaşam alanın içerisinde olmak o kişinin yaşam alanını kısıtlamak demek değilmiş. Kıskanmak, fikir alışverişi yapmak, haber vermek, hayatına yön verirken sevdiğin kişiye danışmak, özelini paylaşmak o kişiye ne kadar değer verdiğinle alakalı evet ama bunu diretmek ve abartmak sevgiyi köreltip yok etmekten başka bir şeye yaramıyormuş meğer. İşte tam bu noktada Candan Erçetin'in -Meğer- şarkısı çınlıyor kulaklarımda... "Ben ne çok hata yapmışım meğer..."
Ve asıl önemli olan sevdiğin ve sevgilim dediğin kişiye gereğinden fazla görev yüklemek hataların en büyüğü imiş. Dünyanın en ağır ve en gereksiz sevgi kelimesi nedir diye soracak olursanız eğer hiç düşünmeden -herşeyim- derim sizlere. Hiç kimse bir insanın herşeyi olamaz. Hele ki bu kişi sevgiliniz ise o kişiden herşeyiniz olmasını beklemek hem o kişiye haksızlık hem de size hüsran olur ilerleyen ilişki dönemi içerisinde. Bir baba, bir öğretmen, abi, arkadaş, kız kardeş, tesisatçı, aşçı ne bileyim birden fazla herşey olmasını beklemek bir insandan, bence en büyük bencellik. İşin bence kısmını silin atın gerçekten de öyle. ( Denendi, onaylandı. ) Herkesin yeri ayrı, herkesin sevgisi farklı olmalı insanın hayatında. Biz farkında olmuyoruz ama bunlar küçük görünen ama büyük yaralar oluşturan hatalar ilişkilerimizde. Ondan sonra aşk dediğimiz kavram, İrem Derici'nin - Kalbimin Tek Sahibine- şarkısı ile başlıyorken bir bakmışız aynı şarkıcının -Değmezsin Ağlamaya- şarkısı ile son bulup gidiyor ne yazık ki...

Naçizane tavsiyelerimi okumaya değer görüp vakit ayıran, hatalarıma ortak olan herkese sonsuz teşekkürler. Aslında yazılacak daha çok fazla hata, yanlış,düzeltme var. Ama dedim ya hani yorgunluğun vermiş olduğu ağırlık var göz kapaklarımda. Yorgunlukların ağırlıkları geçer elbette de yeter ki hatalarımızın ağırlıklarında ezilmeyelim. Bu en büyük dileğimdir herkese. Bir gün başka bir yazıda aynı duyguları hissedebilmek umudu ile, hoşça kalın..


Bu yazıyı okuyan kişi kalp ben.